100 Yılın 100 Eseri

Aylak Adam

1959

Aradığı burda, şu gelip geçen insanların içindeydi. Belki bu akşam onu bulacaktı.

İnsan hasta oldu mu kendi etinin bilincine daha çok varıyordu.

Bir daha yaşamak için bu defteri açardı.

Bazen görünür bir sebep olmadan, insana önünden geçtiği yapı, bir sokak köşesi, üstünde oturduğu sandalye hayatında önemli bir yer tutacakmış gibi gelir.

Birden içinde ona karşı dayanılmaz bir sevgi, bir özlem duydu.

Şunların arasında sevilmeğe değer birkaç kişi niye olmasın? Tok karın iyimserliği mi yoksa?

Birden içini bir yere, bir şeye geç kaldığı duygusu kapladı. Yirmi sekiz yaşındaydı, tedirgindi.

Doğru, hep başkayız. Ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. Her şey bizim çevremizde dönüyor…

Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız
kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı.

Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız.

Kadınların neden evlendiklerini anlıyorum:Yalnız kalabilmek için.

Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?

Yasaktı dalgınlık. Daldı mı, büyük şehir insanı kornalar, çanlar, küfürler, gıcırtılar, çarpmalarla kendine geliyordu.

Yusuf Atılgan

1921-1989

Yusuf Atılgan, 27 Haziran 1921’de Manisa’da doğar. Manisa İdâdîsi mezunu olan babası Hamdi Bey, Düyûn-ı Umûmiyye’ye bağlı olarak âşâr memurluğu yapmıştır. Dedeleri 1847 yılında Yunanistan’dan Manisa’ya göç eden Atılgan’ın ailesi, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanların ayrılırken Manisa’yı yakmasının ardından şehre yirmi kilometre uzaklıktaki Hacırahmanlı köyüne yerleşir. Annesi Avniye Atılgan, duygusal romanlar okumaya düşkündür ve okuduklarını oğulları Yusuf ve Turgut ile paylaşmaya önem verir. Manisa Ortaokulu’nu 1936’da, Balıkesir Lisesi’ni 1939’da, ikinci sınıfından sonrasını askerî öğrenci olarak sürdürdüğü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü de 1944 yılında tamamlar. Bu okulda Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Reşit Rahmeti Arat ve Ragıp Hulusi Özdem’in öğrencisi olur ve Ali Nihat Tarlan’ın danışmanlığındaki mezuniyet tezi “Tokatlı Kânî: Hayat-Şahsiyet-Eser” adlı mezuniyet tezini tamamlar. 1946 yılında Manisa’nın Hacırahmanlı köyüne yerleşerek burada çiftçilik yapmaya başlar. Hacırahmanlı’ya döndükten bir yıl sonra babası vefat eden Atılgan, annesinin tavsiyesi ile kendi köylerinden olan ve annesine ev işlerinde yardımcı olan Sabahat ile evlenir. “Parmakkapıdaki Pansiyon” adlı romanını bu esnada yazar. Ancak bu romanı yayımlatmadan yok eden Atılgan, 1952 yılında tüm çiftçilik işlerini yakın arkadaşı Akif Taşçı’ya devrederek edebiyata yoğunlaşır. Bu dönemde özellikle William Faulkner’ın eserlerini okur. 1970’li yılların sonlarına doğru İstanbul’a dönen Atılgan; “Milliyet”, “Can” gibi yayınevlerinde çevirmenlik, editörlük yapar. Yusuf Atılgan, “Tercüman” gazetesinin 1955 yılında düzenlediği (ve kendisinin Nevzat Çorum adıyla katıldığı) öykü yarışmasında “Evdeki” öyküsüyle birincilik, (Ziya Atılgan adıyla katıldığı) “Kümesin Ötesi” öyküsüyle de dokuzunculuk kazanır. Yunus Nadi Roman Armağanı’na değer görülen ilk romanı “Aylak Adam”ı 1959’da, ilk öykü kitabı “Bodur Minareden Öte”yi 1960’da yayımlar. İkinci romanı “Anayurt Oteli” 1973 yılında basılır. Yusuf Atılgan’ın bütün öyküleri “Eylemci” adıyla 1992 yılında yeniden basılır. Tek çocuk kitabı “Ekmek Elden Süt Memeden” ise 1981 yılında yayımlanır. Tiyatro oyuncusu Serpil Gence ile ikinci evliliğini yapan Atılgan’ın tanınırlığı 1987 yılında “Anayurt Oteli”nin Ömer Kavur tarafından sinemaya aktarılması ile artmaya başlar. Yusuf Atılgan, “Canistan” adlı romanını çalıştığı sırada, 9 Ekim 1989’da İstanbul’da vefat eder, kabri Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı’ndadır. Selim İleri, “Yusuf Atılgan bir dil işçisi, yetkin bir anlatım ustasıdır. ‘Aylak Adam’, bu yüzden romanımızın başyapıtları arasında. Birinci tekil kişi anlatımdan üçüncü tekil anlatıma geçildiğini neden sonra ayırt ederiz ya da tam tersi olur. Roman kişilerinin mektupları, günceleri bizimledir,” der. Berna Moran ise, “Yazar, ‘Aylak Adam’da, C.’nin toplumdan kopukluğunu, insanlarla iletişim kuramaması temasını, klasik roman kurallarına, okurun alışmış olduğu konvansiyonlara sadık kalarak dile getirir. ‘Anayurt Oteli’nde ise iletişimsizlik, yaşamın anlamsızlığı, olayların rasyonel bir biçimde açıklanamayacağı, davranışların nedenlerinin bilinemeyeceği tezi romanın biçiminde de gösterir kendini,” der.