100 Yılın 100 Eseri

Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk

2003

Acaba hangi parçam hangi kitapta yaşayacak?
Aşk mıdır ki boynuma takıp bela zincirini, gezdirip mecnûnleyin âleme rüsva eyleyen…
İnsanın içindeki şeyler, kalbindeki sevgi veruhundaki iman gizli idi.
Gerçek aşk, gizli olandır…
Sevgilinin gelişinin ayak seslerini duyarak kıyamete kadar yaşanabilir ama vuslata erdikten sonra gideceğinin korkusuyla hemen can verilirdi.
Susmanın ve izlemenin erdem olduğunu, tanıklığın gerçeği, bilginin de acıyı çoğalttığını öğrenmiştim.
Aşk öyle bir ateştir ki ruhları bin türlü kirinden arındırır.
Bilim adamı olup da cahiller arasında kalmanın azabı ne müthiş bir azaptır.
Eğer aşkı öğrenmek istersen önce elemi yaşamalısın.
Görünüşte hemen hepsi mutlu idiler ama derinlerde bir yerlerde daima hüzünlere batmışlardı.
Ona aşk nedir diye sorsalar, tek bir cevap veremeyecek kadar aşk içindeydi.

İskender Pala

1958

1958 yılında Uşak’ın Kayaağıl köyünde doğar İskender Pala. Devlet memuru Mehmet Pala ile Fatma Hanım’ın oğludur. İlköğrenimine Uşak Cumhuriyet İlkokulunda başlar. Eğitimine Kütahya İmam-Hatip Lisesi’nde devam ederken bir yandan Kütahya Lisesi’nde yatılı olarak okur. 1976 yılında iki liseden aldığı iki diploma ile iki farklı bölüme kaydolur. İmam-Hatip diplomasıyla Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne, lise diplomasıyla Konya’da Mühendislik Bölümü’ne yerleşir. Daha sonra tercihini edebiyattan yana kullanan Pala, İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yapar. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirir. Divan edebiyatı dalında doktor (1983), doçent (1993) ve profesör (1998) olur. Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, hikâyeler ve gazete yazıları yazar ve Divan edebiyatı seminerleri ve konferansları düzenler. 1978’de Günaydın gazetesine bulmaca hazırlayıp, Devir gazetesinde araştırma yazıları kaleme alan Pala, 1979-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Seminer Kütüphanesinde memurluk yapar. İstanbul Üniversitesi’nde asistanlık sınavını kazanmasına rağmen alım sınavı iptal edilince Deniz Kuvvetleri’nde açılan sınava girer ve 27 Mayıs 1982’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir mensubu olur. 1984 yılına kadar teğmenlik görevinde bulunan Pala, Heybeliada Deniz Lisesi’nde eğitiminin sonlarına doğru stajyer öğretmen olarak görev yapar. 1984-1986 yıllarında üsteğmen olarak vazife yapar. Bu süreçte zorluklar yaşayan İskender Pala’ya Boğaziçi Üniversitesi’nden ders verme daveti gelir. 1986-1987 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yaparken Astsubay Okulu’ndaki görevine de devam eder. 1987-1994 yılları arasında yüzbaşı olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Arşivi kuruluş çalışmalarında ve 1994- 1996 yıllarında ise Deniz Arşiv Araştırmaları ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesinde görevlendirilir. 1997’de Yüksek Askerî Şura kararı ile ordu ile ilişiği kesilir. 1996-1997 yıllarında Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim üyesi, İSAM redakte kurulu üyeliği ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyeliğinde bulunur. “Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü” adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği Dil Ödülü (1989) ve AKDTYK Türk Dil Kurumu Ödülü’nü (1990) alır. “Şairlerin Dilinden” adlı eseri Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülü’ne (1996) layık görülür. Aydınlar Ocağı Kayseri Şubesi tarafından Yılın Edebiyat Adamı Ödülü (2001) verilir. Aynı yıl YTB Uşak Halk Kahramanı Ödülü’nü alır. 2013 yılında da Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü edebiyat dalında İskender Pala’ya verilmiştir. İlk romanı “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” (2003), Fuzuli’nin ünlü mesnevisi “Leyla ile Mecnun”un bir nüshasının hikâyesi üzerinden Osmanlı tarihine ışık tutar. “Katre-i Matem” adlı romanında “Yusuf u Zeliha” mesnevisinde geçen hikâyelere yer veren İskender Pala, “Efsane”de Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk”ından ilham alır. “Od”da Yunus Emre’nin beşerî aşktan ilahi aşka ulaşmasını, “Mihmandar”da ise Eyüp Sultan Hazretlerinin Peygamberimize muhabbetini konu alır. Pala, “Bülbülün Kırk Şarkısı” isimli bir de siyer kaleme almıştır.