100 Yılın 100 Eseri

Berber Aynası

1958

Yitirilmiş bir şeyler var. Ama ne? Bunu insan anlayamıyor.

Boştu sözcüklerin içi. Dolu olan bir şey varsa, bu bakışların ötesindeydi. Orada yaşıyordu.Dilsiz, kıpırdamadan, soluk almadan.

Aradan geçip giden şeylerin farkında değildiler. Hep böyleydi zaten. Zamansa onların farkına varmamalarını zaten beklemezdi. Aşklar, umutlar geride kaldı, hep geride kalakaldı.

Uyumak, düşler görmek, gökyüzlerini ayakları dibinde bulmak. Olmayacak şeyler, olan şeylerden, olacak şeylerden daha güzeldi.

Gülüşlerine, acılarına katlanacaktı.Yaşayacaktı, yaşamak denilen anlamsız serüveni. Herkes gibi. Kaçamazdı.Kurtulamazdı.

Karısı, çocukları evdeydiler şimdi. Yemek hazırdı. Gerçek olan buydu. Bu, gündelik yaşamdı. Sabahla gidilen işler. Akşamla eve dönüşler. Yorgun argın uykular. Aşksız günler.Huzursuz gecelerdi. Yaşam bu kadarcıktı işte.

Onların mutluluğu, mutluluğu, mutlu olmayı düşünmemelerinden doğan bir
şeydi. Yaşamı, insanları olduğu gibi kabul etmelerindendi. Böyle bir endişeyi hiç duymamalarındandı. Ben hiçbir zaman mutluluğa karışamayacağımı anlıyordum.

Mutluluk… Onu düşünmek, beklemek, eski çağların, o bomboş geçen günlerinin işiydi. Artık yer kalmadı ona. Sadece gündelik sevinçlerin, acıların karışıklığı içindeydi o.

Oktay Akbal

1923-2015

Tam adıyla Mehmet Oktay Akbal, 20 Nisan 1923’te İstanbul’da doğar. Savcılığın ardından serbest avukatlık yapan Salih Şahabettin Bey ile eski vali, siyaset adamı ve yazar Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın kızı Vuslat Hanım’ın oğludur. Kumkapı’daki Saint Benoit Fransız Lisesi’nde başladığı ortaöğrenimini, 1942 yılında İstiklal Lisesi’nde bitirir. Yazmaya ilkokul yıllarında çeşitli çocuk dergilerinde öykülerinin yayımlanmasıyla başlayan Oktay Akbal, 1939’da, henüz lise öğrencisiyken yazdığı bir öykünün “İkdam” gazetesinde yayımlanmasıyla edebiyat dünyasına girer. “İkdam” ve “Yeni Sabah” gazetelerinde hemen her gün bir öyküsü; “Bin Bir Roman”, “Çocuk Haftası”, “Yıldız” gibi gazete ve dergilerde yazıları, öyküleri ve çevirileri yayımlanır. Akbal’ın gerçek anlamda öyküye yönelmesi Sait Fâik’in “Semaver” adlı kitabını okumasından sonra başlar. Akbal öyküleri, Behçet Necatigil’in deyişiyle, “Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır.” Yazın çevrelerinde geniş ve olumlu yankı yapan “Önce Ekmekler Bozuldu” adlı ilk kitabını 1946’da çıkarmıştır. Onu, 1949’da “Aşksız İnsanlar” izler. Bir süre öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde sürdürür. Ancak yükseköğrenimini yarıda bırakarak yazarlığa yönelir. 1943 ve 1944 yıllarında “Servet-i Fünûn / Uyanış” dergisinde sekreterlik, 1947 ve 1951 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda memurluk yapsa da geçimini gazetecilikten kazanır. Oktay Akbal “Büyük Doğu” dergisinde her hafta “Dünya Fikir Sanat Hareketleri” sütununu yazar. 1951 ve 1956 yılları arasında “Vatan” gazetesinde düzeltmen, yazman ve yazı işleri müdürü olarak çalışır. Yazarlık hayatını “Varlık”, “Türk Dili”, “Hürriyet Gösteri”, “Yenilik” ve “Gün” dergilerinde sürdürdü. Hikâyeden sonra roman yazmaya yönelen Oktay Akbal, deneme, anı/hatıra, söyleşi/röportaj, eleştiri/tenkit ve günlük türlerinde de eser verir. Çocuk kitapları yazar. Fransızcadan Türkçeye çeviriler yapar. “Suçumuz İnsan Olmak” romanı filme çekilir (1986). Bazı kitapları Rusça ve Sırpçaya çevrilir. 1956’da köşe yazarlığına başlar. 1985 yılından sonra “Hürriyet” gazetesinde köşe yazarlığı yapan Akbal, daha sonra “Milliyet” gazetesinde çalışır. Uzun yıllar “Cumhuriyet” gazetesinde de köşe yazarlığı yapan Oktay Akbal, son yazısını 23 Mart 2014’te, “Huzur” başlığı ile kaleme alır. Oktay Akbal; “Garipler Sokağı” ile 1950 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’ne, “Suçumuz İnsan Olmak” ile 1958 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’ne, “Berber Aynası” ile 1959 Sait Faik Hikâye Armağanı’na, “Senin Adın Aşk” ile 1993 Sedat Simavi Ödülü’ne ve bütün romanları ile 2000 Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülür. 28 Ağustos 2015 tarihinde Muğla Ula Akyaka’daki yazlığında hayata veda eden Oktay Akbal, Akyaka Mezarlığı’nda toprağa verilir. Necip Tosun, “Oktay Akbal’ın öyküleri, büyük olaylara, entrikalara, hikâyelere yaslanmaz. Bunlar neredeyse bir durum ve atmosfer öyküsü bile değildir. Daha çok iç monologlarla oluşturulan enstantanelere, küçük anıştırmalara, çağrışımlara dayalıdır. Bir mekândaki izlenimden, küçük bir anıdan, bir duygudan yola çıkarak metnini oluşturur. Tümüyle ben anlatımına yaslanan öyküler, hem biçimsel hem de tematik olarak birbirine yakındır. Öyle ki bir öyküyü diğerinden ayırt etmek zordur. Neredeyse tüm öykülerin kahramanı aynıdır,” der.