100 Yılın 100 Eseri

Çile

1974

ÇİLE
Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde…
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna “yok”un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Necip Fazıl Kısakürek

1904-1983

Necip Fazıl Kısakürek, “O ve Ben” adlı otobiyografisine göre 25 Mayıs 1905’te İstanbul Çemberlitaş’ta büyükbabası Mehmed Hilmi Efendi’nin konağında doğar. Kitaplarında genellikle Necip Fazıl veya Necip Fazıl Kısakürek ismini kullanan mütefekkir, yazılarında “Ne-Fa-Ka, Be-De, Hi-Ab-Kö, Ha-AKa, Prof. Ş. Ü., Büyük Doğu, Ahmet Abdülbaki, Neslihan Kısakürek, Adı Değmez, Hikmet Sahibi Abidin’in Kölesi, Ozan, Ozanbaşı, Bankacı, Nüktedan, Dedektif X1, Mürid” gibi müstear isimler de kullanır. Necip Fazıl Kısakürek’in eğitim hayatı, iş hayatı gibi istikrarsız ve düzensizdir. Daha dört-beş yaşında dedesinden okuma-yazma öğrenen Necip Fazıl, ilk dinî telkinleri de ondan alır. Gedikpaşa taraflarındaki Fransız Mektebi’ne yazdırılır. Bu mektebe uyum sağlayamayınca aynı semtteki Amerikan Koleji’ne verilir. Daha sonra sırasıyla Büyükdere’de Emin Efendi’nin Mahalle Mektebi’ne ve İstanbul’da Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne verilir. Vaniköy’de Rehber-i İttihat Mektebi’ne yatılı olarak devam eder. Nihayet Heybeliada Numune Mektebi’nden mezun olur. Bu mektepte iken büyükbabasını kaybeder. Bahriye Mektebi imtihanlarına girerek Mekteb-i Fünûn-u Bahriye talebesi olur. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkî Tanık gibi isimler vardır. Mezun olmayı beklerken okulun süresi bir yıl daha uzatılınca yıl sonunda imtihan kâğıtlarını boş vererek kaydının silinmesini sağlar. Bir dönem bankacılık ve öğretmenlik yapan Necip Fazıl, “Tohum” (1935), “Ağaç” (1936), “Büyük Doğu” (1943), “Borazan” (1947) gibi dergiler çıkarır. 12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl’ın ilk şiir kitabı 17 yaşında iken yayımlanır ve tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelenir. 1934 yılı, Necip Fazıl biyografisinde bir dönüm noktası olur. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakim Arvâsî ile tanışır. Abdülhakim Arvâsî ile Eyüp Sultan Camii’nden Pierre Loti tesislerine uzanan yol üzerinde yer alan Kaşgârî Murtaza Efendi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşar. Abdülhakim Arvâsî ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başlar. Necip Fazıl; “Örümcek Ağı” (1925), “Kaldırımlar” (1928), “Ben ve Ötesi” (1932), “101 Hadis” (1951), “Sonsuzluk Kervanı” (1955), “Çile” (1962), “Şiirlerim” (1969), “Esselâm” (1973) isimli kitaplarda yayımladığı şiirlerini, 1974’ten itibaren “Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu” diye takdim ettiği “Çile” isimli kitabında toplar. 1974’te yapılan ikinci baskı; seçtiği, kitabına almakta bir mahzur görmediği bütün şiirlerinden oluşur. 1983’ten itibaren yapılan baskılar yeni şiirlerin ilavesiyle neşredilir. Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da vefat eder ve Eyüp Mezarlığı’na defnedilir. 1980’de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü, “İman ve İslam Atlası” adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı’nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü’nü (1982) alır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı’nca 1980’de verilen beratla “Sultan-üş Şuara” (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanır. Prof. Dr. Orhan Okay, “Necip Fazıl, cumhuriyetin ilk yıllarında hece vezniyle yazan şairler arasında estetik kaygıları ve metafizik-psikolojik derinliğiyle kendine bir yer edinmiştir. II. Meşrutiyet’ten sonra yaygınlaşmaya başlayan, fakat ses ve nazım şekli bakımından monoton örnekleriyle henüz bir bocalama dönemi geçirmekte olan hece vezni onun şiirleriyle poetik bir değer kazanır. Muhteva olarak da mistik ve metafizik eğilimler, vehim ve sayıklama gibi marazi ve trajik özellikler kendisini döneminin diğer şairlerinden ayırır,” der. Sezai Karakoç ise, “Cumhuriyetten sonra da şiirimize, Necip Fazıl’la; şehir insanı, aydın insan, eşyanın ötesini kurcalayan, gerçeğin peşindeki insan, insan mistisizmi girer. Han otelle, bahçe odayla yer değiştirmiş, ‘atılmış elbiseler boğazlanmış bir adam’ şiirine geçilmiştir,” der.