100 Yılın 100 Eseri

Fosforlu Cevriye

1968

Çok kötüler yüzünden bu dünya batardı.
Fakat dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine duruyordu..
Cevriye: A! Karakolda ayna var. Cevriye’nin kendini ilk defa yukarıdan aşağıya kadar gördüğü biricik ayna buydu.
-Yoksa sen Allah’a inanmaz mısın, dedi.
+Hayır -Allah’a inanmazsın da nasıl olur böyle iyi olursun, Tövbe et. Allah’a inanan cennete inanır. Cennete inanmasak, ne ümit ederiz bu dünyada.
İşte ben varım, demişti. Benim annem hiç olmamış. Sanki ben gökten düşmüşüm. Beni sahiden bir kadın doğurmuş mu vallahi bilmiyorum.
İki arkadaş birbirini ne kadar sevse, yine iki kardeşin birbirine sevgisi başkadır!
Hayatının sahibi olmamanın acısını duyuyordu. Başkalarının çizdiği hudutlar içinde yaşamak zorunda olmanın ne ağır olduğunu anlıyordu.
Her insanoğlunun göğüs kafesinin içinde bir yürek vardır. Yalnız her yüreğin dili ayrıdır.
Şimdi zaman değişti eskiden sözlerinde duranlar şimdi insana nasıl kazık atacaklar onu arıyorlar.

Suat Derviş

1905-1972

Kimyager Müşir Derviş Paşa ile Prenses Zeynep Hanım’ın cariyelerinden Şevkidil Hanım’ın oğlu olan tıbbiye müderrisi Dr. İsmail Derviş ile Hesna Hanım’ın kızı Hatice Suat Derviş, büyükanne ve büyükbabasına ait olan Çamlıca’daki bir köşkte 1905’te doğar. Kadıköy Numune Rüşdiyesi ve Bilgi Yurdu’nda ortaöğrenimini tamamlar. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duyan Suat Derviş’in “Hezeyan” başlıklı mensur şiirini, çocukluk arkadaşı Nâzım Hikmet, 1918’de “Alemdar” gazetesinin edebiyat ekinde yayımlatır. Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Henüz çocuk yaştaki Suat Derviş, edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından “hassas bir ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi” olarak tanıtılır. Suat Derviş, Dârülfünun’a girer, ardından da Sternisches Konservatuvarı’nda piyano ve şan dersi almak üzere Berlin’e gönderilir. Konservatuvarda bir süre okuduktan sonra edebiyata duyduğu ilgi nedeniyle Edebiyat Fakültesi’ne geçen Suat Derviş, bu süreçte çeşitli gazete ve dergilerde öyküler ve fıkralar yayımlamaya başlar ve bir süre sonra dönemin gazete ve dergilerinde çalışmayı yeğleyerek fakülteden ayrılır. Suat Derviş, Uluslararası Montrö Konferansı’nı ve 1923 yılında Lozan Konferansı’nı muhabir olarak izler. Uluslararası Kadınlar Birliği’nin (International Alliance of Women – IAW) 40 ülkeden kadının katıldığı 12. Kongresi, Türk Kadınlar Birliği’nin ev sahipliğinde 18-24 Nisan 1935’te İstanbul’da yapılır. Bu kongreyi de yakından izleyen Derviş, katılımcı feministlere dünya barışı, faşizm, kürtaj hakkı gibi konularda sorular yöneltir. Suat Derviş, yaptığı bu röportajların edebî çizgisini değiştirdiğini Behçet Necatigil’e yazdığı mektubunda şu cümlelerle ifade eder: “Gazetecilikte yaptığım röportajlar, beni hayatın gerçekleriyle çok karşı karşıya getirdi. Ben gazeteci olduktan sonra gerçekçi eserlerimi yazmaya başladım.” İlk kitabı olan “Kara Kitap” 1921’de kendisi henüz 16 yaşındayken yayımlanan Suat Derviş’in bu romanını “Ne Bir Nefes” (1923), “Bir Buhran Gecesi” (1924), “Fatma’nın Günahı” (1924), “Gönül Gibi” (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan “Emine” (1931) izler. Gotik edebiyat örneği sayılabilecek, daha çok aşk konularını işlediği romanlarının yanı sıra “İstanbul’un Bir Gecesi” (1931), “Hiç” (1939), “Çılgın Gibi” (1934), “Bir Haremağasının Hatıraları” (1958), “Fosforlu Cevriye” (1968) ve “Ankara Mahpusu” (1968, ilk olarak 1957’de Paris’te Fransızca) gibi tespit edilen 30 romanı vardır. 23 Temmuz 1972’de, yatırıldığı Kasımpaşa’daki askerî hastanede vefat eden Suat Derviş’in cenazesi, İstanbul Feriköy Mezarlığı’na defnedilir. Refik Ahmet Sevengil, “Suat Derviş Hanım; edebiyatımıza, karanlık ve karışık dehlizlerden çıtırdayan eski tahtaların sesinde durup boşlukta korkunç akislerle halkalanan ayak seslerini dinleyerek, ruhunda bir ürperiş ve gözlerinde titreyen bir karaltıyla geldi,” der. Ahmet Haşim ise, “Bu satırları yazmak için kitabı kaparken, bir afyon kâbusundan uyanan Çinli gibi, asabım garip, anlatılmaz bir korkunun ürpermeleri içindedir ve gözlerim, parlak sırmalı karanlık kumaşlara uzun uzun bakmış gibi tatlı ve derin kamaşmalarla doludur. Suat Derviş Hanım, haşyetengiz bir mevzuun siyahlığı üzerinde üslûbunun altınlarıyla nakışlar işleyerek Türkçenin müteheyyiç eserlerinden birini vücuda getirmiştir,” der.