100 Yılın 100 Eseri

Gün Doğmadan

2000

BALKON
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken
çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarları

Sezai Karakoç

1933-2021

1933’te Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğan Ahmet Sezai Karakoç’un babası Yasin Bey, orta hâlli bir tüccardır. Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya Cephesi’nde çarpışırken Ruslara esir düşmüştür. Dedesi Hüseyin Bey de Plevne Savaşı’na katılmış, Gazi Osman Paşa’nın takdirlerini kazanmıştır. Annesi ise Emine Hanım’dır. Sezai Karakoç, ilkokul eğitimini 1938-1944 yılları arasında Ergani’de tamamlar. 1944 yılında sınavlara girip Maraş Ortaokulu’nda parasız yatılı olarak okumaya hak kazanan Karakoç, 1947-1950 yılları arasında lise eğitimini yine parasız yatılı olarak Gaziantep Lisesi’nde bitirir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni parasız yatılı okuma hakkı kazanarak başladığı yükseköğrenimini 1955’te fakültenin Maliye Bölümü’nden mezuniyetle tamamlar. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümüne atanan Karakoç, daha sonra Maliye Müfettişliği sınavına girer ve sınavı kazanır. 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başlar. 1959 yılında İstanbul’da gelirler kontrolörü olur. Bir ara Ankara’ya çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesi’nde görevlendirildiyse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve birçok il ve ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam eder. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa eden Karakoç, 1973’ten vefatına kadar hiçbir resmî görev almaz. İstanbul’da “Diriliş Yayınları” ve “Diriliş” dergisini yayın hayatına geçiren Karakoç, 1990 yılında “güller açan gül ağacı” amblemiyle Diriliş Partisi’ni kurar. Yedi yıl partinin genel başkanlığını yürütür. Ancak bu parti, 19 Mart 1997’de üst üste iki genel seçime girmediği için kapatılır. 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile ödüllendirilen Karakoç, bakanlığa, ödülün para kısmının kültür-sanat işlerine harcanmasını, diğer kısmınınsa posta ile bildirdiği adrese yollanmasını rica ettiği bir mektup yollar. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi’ni kuran Karakoç, 2007 yılının Nisan ayından vefatına kadar her cumartesi akşamı, Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Başkanlığında değerlendirme konuşmaları yapmıştır. Karakoç, 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülü’ne layık görülür fakat kendisine verilen plaket ve para ödülünü reddederek bu ödülü almaya gitmez. Pek çok deneme kitabına, hikâyelere ve tiyatro oyunlarına imza atan Sezai Karakoç’un şiirlerini bir araya getirdiği “Gün Doğmadan” 2000 yılında okurla buluşur. 16 Kasım 2021’de yaşlılığa bağlı geçirdiği kalp krizi sebebiyle İstanbul’daki evinde hayatını kaybeder. 17 Kasım günü Şehzadebaşı Camisi’nde büyük bir kalabalıkla kılınan ikindi namazını müteakip aynı caminin haziresine defnedilir. Prof. Dr. Özlem Fedai, “Karakoç’un şiiri, Akif’te olduğu gibi, bir ‘duruş’un olduğu kadar bir ‘duyuş’un şiiridir. Bu duruş ve duyuş beraberlerinde bir tecridi de getirmiştir. ‘Gün Doğmadan’ adını verdiği toplu şiirleri bu duruşun ve tercihin ürünüdür,” der. Prof. Dr. Münire Kevser Baş ise, “Sezai Karakoç şiirinde ‘estetik aşama’ ve ‘hakikat aşaması’, birbirini olumlayan ve besleyen iki akıntı olarak yan yana devam eder. Bu iki katmanın temel karakteristiği, algının daima bir metafizik boyuta gönderme yapmasıdır. Şiirdeki poetik ben, daha ilk ürünlerinde, ‘Ben öteliyim’ vurgusunu öne çıkarır. Karakoç’un sıklıkla dile getirdiği bu yaklaşım, ‘Yağmur Duası’nda, ‘Bana ne geldiyse geldi yukarıdan’ dizesinde benzer şekilde vurgulanır. Nitekim ilerleyen ‘sağanak’ sürecinde de şairin sesinin ‘öte’ye ait bir tonu korumaya dikkat ettiğini söylemek mümkündür. Bu hassasiyet en veciz ifadesini ‘Kalbimde Allah’ın elleri durur’ dizesinde bulur,” der.