100 Yılın 100 Eseri

Hababam Sınıfı

1957

“Tuzlu kauçuk!” Beyaz peynirin yeni adıydı bu.

Baştan aşağı palavra… Avukattan polis müdürü, polis müdüründen edebiyatçı, edebiyatçıdan da lise müdürü olursa böyle olur işte…

Gözünü sevdiğimin kopyası… Ne doktorlar, ne avukatlar, ne mühendisler yetiştirmişti şimdiye kadar.

Bu Hababam Sınıfı, bir insana bir isim taktı mı, yerinde bir isimdir o… Bana Kel Mahmut dedikleri gibi…

Hababam Sınıfı’nın en çocuk kalanı Güdük olduğu için bütün şakaları da çocukçaydı.

Bu şakalar, bildiğimiz şakalardan çok, unuttuğumuz şeylerdi ama yine de hoşumuza gidiyordu.

Bîbaht olanın bağına bir katrası düşmez, bârân yerine dürrü güher yağsa…

Rıfat Ilgaz

1911-1993

Şair, yazar, eğitimci, gazeteci Rıfat Ilgaz’ın nüfus kaydına göre tam adı Mehmet Rıfat Ilgaz, do – ğum tarihi ise 8 Mayıs 1911’dir. Ancak yazar bir söyleşisinde annesinden aldığı bilgiye dayana – rak 1910 yılı Şubat ayında bir salı günü Kasta – monu’nun Cide ilçesinde dünyaya geldiğini ifa – de eder. Hüseyin Vehbi Bey ile Fatma Hanım’ın yedinci ve son çocuğu olan Mehmet Rıfat, Bartın nüfusuna kayıtlıdır. Ilgaz, baba tarafının kap – tanlık yapan denizci bir aile olduğunu ve kaptan olan büyük babasının Sivastopol’dan geldiğini söyler. Mehmet Rıfat, Cide’de başladığı ilkokul öğre – nimini Terme’de tamamlar. 1928’de babasının vefatıyla ekonomik olarak büyük bir sıkıntıya düşünce öğrenimine yatılı olarak eğitim veren Kastamonu Muallim Mektebi’nde devam eder ve 1930’da mezun olur. Kastamonu’daki öğren – ciliği sırasında Türkçe öğretmeni Zeki Ömer Defne’nin etkisiyle edebiyata ilgi duyar ve yazar olmaya karar verir. “Sevgilimin Mezarında” başlığını taşıyan ilk şiiri 27 Temmuz 1927’de “Nazikter” gazetesinde yayımlanır. 1933’te Yedek Subay Okulu’nda Atatürk Orman Çiftliği’ndeki askerî görevi sırasında Sabahattin Ali ile tanışan Rıfat Ilgaz, Kastamonu’ya olan bağlılığından dolayı Ilgaz soyadını alır. Gümüşo – va’ya başöğretmen olarak görevlendirilen ve bu görevi sırasında Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü kazanarak Ankara’ya taşınan Ilgaz, Ahmet Kutsi Tecer ve Mustafa Nihat Özön’den dersler alır. 1938’de mezun olan yazar, Adapaza – rı’na Türkçe öğretmeni olarak atanır. Ancak aynı zamanda vereme yakalanan Rıfat Ilgaz, İstan – bul’da Yakacık Sanatoryumu’nda tedavi görmeye başlar. Burada Nâzım Hikmet ile tanışan Ilgaz, 1940’ta İstanbul’da Türkçe öğretmeni olarak görev yaparken İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne kaydolur. 1943’te Nişantaşı Ortaoku – lu’nda Türkçe öğretmeni olarak görev yaparken toplumda yer alan sınıfsal yapıları ele aldığı, toplumun sosyal yapısını çeşitli yönlerden işle – diği şiirlerinden oluşan “Sınıf” (1944) adlı kitabı sebebiyle tutuklanır. Rıfat Ilgaz öğretmenlikten uzaklaştırıldıktan sonra “Gün”, “Gerçek”, “Marko – paşa” gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazılar ya – zarak, musahhihlik, mürettiplik, entertip ustalığı gibi işler yaparak geçinmeye çalışır. 1956’da İlhan Selçuk’un yönettiği “Dolmuş” adlı haftalık mizah dergisinde “Stepne” takma adıyla yazmaya başlayan Ilgaz, sonradan kitaplaştırdığı “Hababam Sınıfı”, “Bizim Koğuş (Pijamalılar)” hikâyelerini de bu dergide kaleme alır. “Taş” dergisinde yazan, “Büyük Gazete”de yöneticilik yapan Rıfat Ilgaz, Turhan Selçuk’un çizimlerini yaptığı Abdülcanbaz’ı yazar. Geniş okur kitle – lerinin beğenisini kazanan “Hababam Sınıfı”, tiyatro ve sinemaya uyarlanır. Rıfat Ilgaz, 1974’te emekli olur. 1982’de “Yıldız Karayel” romanıyla Orhan Kemal Roman Arma – ğanı’nı ve Madaralı Roman Ödülü’nü alır. 7 Temmuz 1993’te akciğer embolisinden haya – tını kaybeden Rıfat Ilgaz, Zincirlikuyu Mezarlı – ğı’na defnedilir. Sennur Sezer, “Hababam Sınıfı, eğitim sorun – larını irdelemesi ile olduğu kadar, ilk gençlik sorunlarını yarı-ironik yansıtışıyla da, özellikle genç okurların gözdesi olmuştur. Romanın ünü, Rıfat Ilgaz’ın tüm yazdıklarının ününü geçmiş, tiyatroda ve sinemada uyarlamaları, taklitleri türemiştir,” der. Tahir Alangu ise, Rıfat Ilgaz hakkında, “Onun kullandığı Türkçenin, gerçeği anlatışında, kıvrak, akıcı, dokunduğu temalara can getiren bir çizgiye ulaştığı görülür. Ahmet Rasim’in eski fıkralarına yerleşen meddah ağzının o tatlı, kıvrak sohbet dilinden gelen anlatımını andıran bu hikâyeler ‘yerli mizah’ anlayışının ölçülerine kavuşmuş, doğrudan ‘öğreti’ye gitmeden etkili olabilen, belli belirsiz bir ‘toplumcu satire’ de ulaşabiliyor,” der.