100 Yılın 100 Eseri

Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize

1989

NÂZIM HİKMET
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzım’ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

Hilmi Yavuz

1936

1936’da İstanbul’da doğan Hilmi Yavuz’un babası Yahya Hikmet ve annesi Vecide Hanım Abdülkerimzâdeler olarak bilinen bir aileye mensuptur ve akrabadırlar. Çocukluğu babasının kaymakamlık yaptığı Samsun’un Terme, Giresun’un Şebinkarahisar, Bursa’nın Orhangazi ilçelerinde geçen Hilmi Yavuz, Behçet Necatigil’in öğrencisi olma şansına sahip olduğu Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun olur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimini yarıda bırakan Yavuz, İngiltere’ye gider ve BBC’nin Türkçe bölümünde çalışır. Londra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olur. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde görev alan Hilmi Yavuz “Cumhuriyet”, “Milliyet”, “Yeni Ortam” gazeteleri ve çeşitli dergilerde “Ali Hikmet” imzasıyla inceleme, eleştiri ve denemeler yazar. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışır. İlk şiirleri Kabataş Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil yönetiminde çıkan “Dönüm” dergisinde yayımlanan Yavuz, ilk dönem şiirlerini “Bakış Kuşu” kitabında bir araya getirir. 1975’te yayımladığı “Bedreddin Üzerine Şiirler” kitabı ile şiirinde tarihsel bir perspektif inşa eder. Bu perspektif daha sonra 1977’de yayımladığı, “Doğu Şiirleri” ve peşi sıra “Mustafa Suphi Üzerine Şiirler” ile daha da derinleşir. 1981 yılında yayımlanan “Yaz Şiirleri”, önceki şiirlerinden farklı olarak Ahmet Oktay’ın tespitiyle gelenek ve tasavvufla bağ kurar. “Yaz Şiirleri”ni; “Gizemli Şiirler”, “Söylen Şiirleri” ve “Zaman Şiirleri” benzer bir bağlamda ve izlekte sürdürür. “Çöl Şiirleri” ve sonrasında yazdığı “Akşam Şiirleri” ve “Yolculuk Şiirleri” ile tasavvuf, gelenek, Doğu-Batı temaları farklı boyutlar kazanır. Hilmi Yavuz’da Doğu ve Batı bir çatışma veya diyalog alanı değil bir madalyonun iki yüzü gibidir. “Söylen Şiirleri”nde iki ayrı bölüm olan Doğu ve Batı, bu kitaplarda farklı bir “Janus” olarak karşımıza çıkar. “Hurufî Şiirler” ve devamını teşkil eden son dönem Hilmi Yavuz şiir kitapları, “Kayboluş Şiirleri”, “Yara Şiirleri”, “Lânet Şiirleri” ve “Talan Şiirleri”dir. Tasavvuf, “kitabî” değil “tecrübî” bir boyut olarak bu kitaplarda yer alır. Behçet Necatigil’in “şiir burçları” olarak tanımladığı ilk iki burç gurbet ve hasret aşılmış, hikmet burcuna ulaşılmıştır. Hilmi Yavuz’un denemeleri, defterleri ve anlatıları da şiir kitapları kadar tartışılması gereken metinlerdir. Hilmi Yavuz, 1978’de “Doğu Şiirleri” ile Yeditepe Şiir Armağanı’na, 1987’de “Zaman Şiirleri” ile Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne layık görülür. 1998’de de Türkiye Yazarlar Birliği Fikir Ödülü’nü kazanır. Hilmi Yavuz, Neruda’nın şiirlerini Türkçeye çevirdiği için 2004 yılında Pablo Neruda’nın 100. doğum yıl dönümü dolayısıyla Şili Cumhurbaşkanlığı’nın özel Şeref Madalyası ile onurlandırılır. Yavuz’a, 2007 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden, 2011 yılında da Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nden Fahri Doktora payesi verilir. Yavuz, ayrıca 2023 Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü kazanır. Prof. Dr. Yılmaz Daşçıoğlu, “Hilmi Yavuz için de akılla gövde arasındaki çatışma, bedenin zaman karşısında direncini kaybetmesi ile gönlün kalıcı olma arzusu arasındaki paradoksal ilişki şiirin temel dinamiğidir. Biricik ve tekrarlanamaz olan yaşama ‘an’larının ve elbette duygunun/duyuşun başka zamanlara taşınma isteği bu şiirlerin trajiğini oluşturuyor. Şair, bu trajik durumu aşmada kullanışlı bir yol olarak metinler arasına yönelir,” der. Cahit Külebi ise şunları söyler: “Kıskançlık duysam Hilmi’ye duyardım… Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor.”