100 Yılın 100 Eseri

Huzur

1949

Elbisem çok eski olsun… Fakat bahçemde en iyi güller yetişsin.

“Çünkü hadiselerle beraber biz de değişiriz; ve biz değişince mazimizi de yeni baştan kurarız.” İnsan kafası böyleydi. Zaman, onda daima yeniden teşekkül ederdi. Hal bu bıçak sırtı, hem mazinin yükünü taşır, hem de onu çizgi çizgi değiştirirdi…

Çünkü her erkek biraz çocuktur ve idareye muhtaçtır…

Tarifi var mı sizce? “Bir insanı bir daha görmemenin, sesini bir daha işitmemenin, bir daha hayatına girmemenin keskin ve yenilmez acısı…”

Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır…

Dünyanın her tarafında aşk aynı değil midir?

Yoruldum. Kendim olmak istiyorum artık.

İnsanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkânsızdır…

Acaba hep böyle mi düşünürüz; ölümün mü, hayatın mı çocuğuyuz?

Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeydir.

İnsanlıktan ümit kesmedim, fakat insana güvenmiyorum.
Halbuki insan doğduğu günden itibaren mağluptur, şefkate muhtaçtır.

Ahmet Hamdi Tanpınar

1901-1962

23 Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda doğan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın babası kadılık yapan Batumlu Hüseyin Fikri Efendi, annesi ise Trabzonlu Kansızzadeler ailesinden Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, babasının memuriyeti dolayısıyla çocukluğunda pek çok kez şehir değiştirir. 1902-1905 yıllarını Ergani’de geçiren Tanpınar, 1905 Nisan ayında ailesiyle İstanbul’a döner ve İstanbul’da Ravza-i Terakkî İbtidâî Mektebi’nde eğitim hayatına başlar. Daha sonra babasının tayininin Sinop’a çıkması üzerine 1908-1910 arasında Sinop’ta Rüştiye’ye, Ekim 1910-Mayıs 1913 arasında ailecek bulundukları Siirt’te Fransız Katolik Dominiken Misyoner Mektebi’ne devam eder. 1913-1914’te lise tahsiline İstanbul Vefa İdadisi’nde başlayan Ahmet Hamdi, 1914’ün Temmuz’unda geldikleri Kerkük’te 1916’nın Eylül ayına kadar kalır. Tanpınar, bu süre zarfında lise eğitimine Kerkük İdadisi’nde devam eder. On beş yaşında annesini kaybeden Tanpınar, liseyi Antalya’da tamamlar. Bir yıl boyunca Halkalı Baytar Mektebi’nde okuyan Ahmet Hamdi, daha sonra Felsefe veya Tarih okumak niyetiyle Dârülfünun’a kaydolur. Lise öğrencisiyken şiirlerini yakından tanıdığı Yahya Kemal’in Edebiyat Şubesi’nde ders verdiğini öğrenince oraya devam eder. Yahya Kemal’in yanı sıra Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine düzenli katılır. Ahmet Hamdi Tanpınar, 1920’de ilk şiiri “Musul Akşamları”nı ve ilk çevirisi Magdalene Rock’tan “Bir Hikâye”yi yayımlar. 1921’de Yahya Kemal öncülüğünde, Dârülfünun’dan tanıştığı bazı arkadaşlarıyla birlikte Dergâh Mecmuası’nı çıkarırlar. Şiirlerinin bir kısmını artık burada yayımlamaya başlar. 1923’ün Mart ayında “Hüsrev ü Şîrin” üzerine yazdığı teziyle Dârülfünun Edebiyat Şubesi’nden mezun olur. Aynı yıl Erzurum Lisesi’ne öğretmen olarak atanan Tanpınar, farklı okullarda ders verdikten sonra Güzel Sanatlar Okulu’nda hoca olur. 1937’de ilk kitap çalışması olan “Tevfik Fikret”i yayımlayan Ahmet Hamdi, bir dönem Maraş milletvekilliği de yapar. Edebî çalışmaları içerisinde basılan ilk kitabı ise, “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”dır (1943). Bu hikâye kitabını 1944’te “Mahur Beste” romanının tefrikası takip eder. 1946’da “Beş Şehir” adlı şehir monografisi basılır. Bunun ardından 1949’da “Huzur” romanı ve “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” gelir. 1950’de “Sahnenin Dışındakiler” romanı, 1955’te “Yaz Yağmuru” hikâye kitabı, 1961’de “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı ve “Şiirler”i okurla buluşur. Tanpınar, 24 Ocak 1962’de geçirdiği bir kalp rahatsızlığı sonucu vefat eder. Rumeli Hisarı’nda çok sevdiği dostu ve hocası Yahya Kemal’in yanına defnedilir. Fethi Naci, Tanpınar’ın “Huzur” kitabı için, “Huzur, Türkçede okuduğum en güzel aşk romanı. Üstelik sadece tek aşkın, bir erkeğin bir kadına olan aşkının romanı da değil, iç içe iki aşkın romanı, bir¬birini besleyen, geliştiren iki aşkın: Mümtaz, Nuran’a olduğu kadar, İstanbul’a da âşıktır. Huzur’da İstanbul sadece bir güzel şehir, roman kişilerinin içinde yaşadığı bir çevre değildir; başlı başına bir roman kişisidir, bir sevgilidir,” der. Prof. Dr. Orhan Okay roman hakkında, “Huzur, 1940’lı yılların Türk romanları arasında orijinal denilebilecek bir teknikle yazılmıştır. Üçüncü şahıs yani anlatıcı-yazar ağzından yazılmış bir roman olmakla beraber Huzur’da, bir ‘ben’ romanı gibi tamamen Mümtaz’ın bakış açısı hâkimdir. Romandaki diğer kişilerin geçmişleri de yazarın verdiği bilgiye değil Mümtaz’ın öğrendiklerine dayandığı için zaman zaman aksamalar olsa da Mümtaz bir çeşit ‘yansıtıcı merkez’ olarak kullanılmıştır,” der. Berna Moran ise, “Huzur’un dört bölümünden ilkinin sıkıntılı, ikincisinin neşeli, üçüncüsünün melankolik, dördüncüsünün ise çok sıkıntılı olmasına dikkat çekerek Batı müziğini de çok seven Tanpınar’ın Huzur’daki bu yapıyı, bir Batı müziği formu olan senfoniye yaklaştırma arzusunda olduğunu” söyler.