100 Yılın 100 Eseri

İbrahim Efendi Konağı

1964

… içi ezilerek sustu. Ne yapsın ki en genişnmânâlar sükûtun içinde, en derin hikmetler
ademin koynunda gizlenmiş değil midir?nAşkın bir ifâdesi, belki en sahih en vecizn ifâdesi, dilin susup gönlün konuştuğu demler olduğunu o hiç bilmez mi?

Fakat düğün sahibinin bütçesi ne kadar dar ve mütevazı olursa olsun, hokkabaz şarttı.

İstese de herhangi bir kimseyi üzmek elinden gelmezdi.

Aşkına bile âşık olmayı terket… terki de terketmezsen, sana senden yakın olanı gizleyen perde gözünden kalkmaz.. Hiçbir şey isteme.. hiçbir istek için yaşama… bırak seni yaradan istesin… onun, istediğinde yok ol, eri ve ölmeden evvel öl ki, ölümsüz hayâta kavuşasın!

Babasının topladığı servetten neden kocası alabildiğine faydalansındı?

İnsan kısmı işsiz kalırsa, aklı kötülüğe kayar; çalışmaktan kimse ölmemiş.

Onun kapalı ve dilsiz gönlünün sırlarını araştıracak, kolaylaştıracak, tortu ve
birikintilerini atacak kimsesi de yoktu.

Kendi kendisiyle yüzleşmekten, kendi kendin tanımaktan korkan bu insan, kālû belâdan [çok eskiden] beri türlü dolambaçlı, türlü zikzaklı yollar bulup kendinden kaçmanın çârelerini aramış değil midir?

Semiha Ayverdi

1905-1993

1905’te İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya gelen Samiha Ayverdi’nin babası piyade kaymakamı İsmail Hakkı Bey, annesi Meliha Hanım’dır. Soyu baba tarafından Ramazanoğulları’na, anne tarafından Budin’de medfun Bektaşî dervişi Gülbaba’ya dayanır. Büyük dedesi Hilmi Bey’in ağabeyi, II. Abdülhamid’in Meclis-i Mâliyye reisi İbrahim Efendi, yazarın “İbrahim Efendi Konağı” adlı otobiyografik eserinin kahramanıdır. Sultan Reşad ile Sultan Vahdeddin dönemlerini, II. Meşrutiyet ile İttihat ve Terakkî zamanını, Balkan muharebeleri, I. Dünya ve İstiklâl savaşlarını, Cumhuriyet devrini idrak eden yazar; bu yıllara ait müşahedelerini, intibalarını ve bilhassa toplumun kaybettiği değerleri eserlerinde geniş biçimde yansıtır. Beş yaşında mahalle mektebine başlayan Samiha Ayverdi, 1921 yılında Süleymaniye İnâs Rüşdiyesi’ni bitirir. Daha sonra tahsiline hususi olarak devam eder. Kısa süren bir evliliğin ardından yazar, ruhen ve fikren anlaşamadığı eşinden Nadide adında bir kız çocuğu dünyaya getirdikten sonra ayrılır. Otuz iki yaşında iken ilk romanı “Aşk Budur” (1938) yayımlanır. Daha sonra peş peşe diğer romanları basılır. Samiha Ayverdi’nin önemli bir özelliği de kendisine gelen hiçbir mektubu cevapsız bırakmamasıdır. Çeşitli kuruluş ve şahıslara yazdığı mektuplar ciltler dolduracak büyük bir yekûna ulaşmıştır. Ayrıca İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul Enstitüsü ve Yahya Kemal Enstitüsü’nde faal üyeliklerde bulunur, Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi’nin ve Kubbealtı Akademisi’nin kurucu üyesi olarak çalışır. 1993 yılında vefat eden Samiha Ayverdi, Merkezefendi Kabristanı’nda toprağa verilir. Zeynep Uluant, İslam Ansiklopedisi’nde eserleri hakkında şu tespitleri yapar: “Samiha Ayverdi’nin yazılarında olduğu gibi roman ve hikâyelerinde de anlatım tekniğini mesele yapmadığı, buna karşılık kendi dünya görüşünü telkin ettiği görülür. Bu bakımdan tezli roman kategorisine giren hemen bütün romanlarında tasavvufa açılan platonik bir aşkı ve kahramanların iç dünyasını aydınlatan irşad edici bir dost bulunur. Hatıra türü eserlerinde de Osmanlıların son dönem sosyal hayatını, zengin sınıfın asaletini, zarafetini, dostluğa ve sohbete açık mizacını, çevrelerindeki insanlara karşı sevgi ve merhamet duygularını, bu arada İstanbul’un güzelliklerini dile getirir. Bununla beraber roman ve hatıra türü eserleri açık şekilde birbirinden ayrılmaz. Roman ve hikâyelerinde kendi hayat tecrübeleri ve gözlemlerine girdiği gibi hatıralarında da edebî üslup ve kurgu dikkat çeker. Fikir yazılarında İslam anlayışının taassupla dar ve katı kalıplara hapsedilmesine karşı çıkan Samiha Ayverdi, bu konuda tasavvufî hayatın önemini vurgular. Osmanlı Devleti’nin var oluşunun ve medeniyetinin sırrını da İslamiyet’in ve Türklüğün mükemmel bir terkibi olarak görür.” Ahmet Oktay, “Ayverdi’nin yazınsal yapıtlarının hemen hepsi İstanbul üzerine odaklanan kitaplardır. Ayverdi de Yahya Kemal ve Abdülhak Şinasi Hisar gibi, İstanbul’u Osmanlı İslam uygarlığının cisimleştiği uzam olarak görür,” der. Selim İleri, “Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı’nın ‘Takdim’ yazısında, ‘Bu kitap ne bir hikâyedir ne masal ne de roman…’ der. Eserinin ‘yaşanmış bir hayat tablosu’ olduğunu belirtir. Bununla birlikte, İbrahim Efendi Konağı ustaca kaleme getirilmiş, yer yer ‘yaşam öyküsel’ bir romandır bence,” yorumunda bulunur. Behçet Necatigil ise İbrahim Efendi Konağı hakkında şunları söyler: “On dokuzuncu yüzyıl İstanbul’unda bir Osmanlı konağındaki hayat ve geleneklerin, yaşanmış olayların sergilenmesi, düğümlenip çözülmesi doğrultusundaki es