100 Yılın 100 Eseri

Kıyamet Emeklisi

2022

İçinin sessizliği senin servetindir, onu kaybetme de neyi kaybedersen kaybet, zaten başka kayıp da yoktur, hadi bakalım.
Kim neyi arıyorsa onun tuzağına da yem oluyordu.
Sebebini bilmeden, üstündeki yükün tam neresinde olduğunu bilmeden kendisiyle sürüklenip duruyordu.
Dünyayı küçümseyen vaazlardan sonra cemaat dağılınca hocalar ve hafızlar hangi mevlide kim gidecek kavgası yapıyorlar, dünya onlar için ne kadarsa o kadarı paylaşılıyor.
Sonbahar gelmiş, içinde ömründen sonsuz bir temmuz, ağustos kalmıştı.

Şule Gürbüz

1974

1974’te doğan Şule Gürbüz, 1994’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin sanat tarihi bölümünden mezun olur. Cambridge Üniversi – tesi’nde felsefe eğitimi alan Gürbüz, 1997 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda sanat tarihçisi olarak çalışmaya başlar. Saray’a zaman zaman gelen saat tamir ustası Recep Gürgen’den mekanik saat tamiri işinin inceliklerini öğrenen Gürbüz, Recep Gürgen ile birlikte 26 Eylül 2003’te Dol – mabahçe Sarayı’nın iç hazine binasında bulunan Türkiye’nin ilk ve tek saat müzesini kurar. Kon – servatuarda müzik eğitimi de alan, viyolonsel ve kilise orgu çalabilen Gürbüz, yazdıklarını hiçbir dergide yayımlamaz. Şule Gürbüz’ün ilk kitabı, daha on sekiz yaşındayken (1992) yazdığı “Kam – bur”dur. 1993 yılında “Ne Yaştadır, Ne Başta Akıl Yoktur” adlı oyununu ve “Ağrıyınca Kar Yağıyor” adlı şiir kitaplarını yayımlar. Daha sonra on yedi yıl kitap yayımlamayan Gürbüz, 2011’de 2012 Oğuz Atay Öykü Ödülü’nü kazanan “Zamanın Farkında” adlı kitaba imza atar. Aynı yıl bir de “Topkapı Sarayı Saat Koleksiyonu: Dünyanın Kıskandığı Saatler” adlı belgesel kitaba imza atan Gürbüz’ün bu kitabı 2011 Türkiye Yazarlar Birliği Kamu Yayıncılığı Ödülü’ne layık görülür. Bir yıl sonra, dört öyküden oluşan “Coşkuyla Ölmek” (2012) adlı kitabı okurla buluşan Gür – büz’ün, 2016’da “Öyle Miymiş?”, 2022’de “Kıya – met Emeklisi” adlı kitapları yayımlanır. Prof. Dr. Seval Şahin, Gürbüz’ün eserlerinden şöyle bahseder: “Şule Gürbüz’ün eserlerinde hayat bir maceraya, dert yuvasına, kendini fark etmeye, huzursuzlukla yaşanan bir eve, kendi – ne baktığında dünyada olmaktan duyulan bir memnuniyetsizliğe, kendine çevrilen bir bakışla anlaşılması imkânsız, ölüme hazırlanılan bir ömre denk düşer. Kahramanlar bu hayatın içinde askıda kalmış bir zaman diliminde, birer kukla misali oynar dururlar. Bu anlamda onlar için dünya bir sahne, bir hayal perdesi hâline dönüşür. Bu yüzden sorular, en çok da kahra – manın kendine yönelen bir bakışla kendine dair sorular sorması önemli bir hâl alır. Hâl, onun eserlerinde birçok kelimede olduğu gibi tevriyeli bir kullanıma sahiptir. Hâl hem şimdiki zaman hem de var olan durum için bir arada kullanılır, yani oluş ile zaman bir aradadır.”