100 Yılın 100 Eseri

Küçük Ağa

1963

Kabul etmek, her zaman doğru bulmak değildir.

Mesele iyiyi kötüden ayırabilmekte idi venher şeyin, ama her şeyin iyisi de, kötüsü de oluyordu.
Karar vermek, şöyle değil, böyle olacak, çünkü böyle olması iyidir, lazımdır, demek ve bu cümleye göre yaşamak, hayata ancak bu cümle ile katılmak.

Adalet ve kuvvet! Bunların ikisi bir arada olunca mesele kalmaz.

Ümit vardı, ümitsizlik de vardı…

Tek tek değil de bir arada susuşun bir başka manası var gibiydi. Belki de dünyanın sonu böyle beklenirdi.

Her şeyi kaybettikten sonra ümidi de kaybedenin karşısına ne ile çıkılabilir?

Gülmek ve gülmek için sebepler icat etmek lazımdı… takılmak, şakalaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamalıydı. Fırsat mı yok? Bunu da icat etmek lazımdı.

Tarık Buğra

1918-1994

Tam adı Süleyman Tarık Buğra olan yazar, 1918’de Akşehir’de doğar. Babası, Akşehir’de ağır ceza hâkimi olarak görev yapan Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey, annesi Akşehirli Nâzike Hanım’dır. İlk ve ortaokulu Akşehir’de okuyan Tarık Buğra, ortaokulda Rıfkı Melül Meriç’in öğrencisi olur. 1933’te ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Erkek Lisesi’ne devam eder. Orada da Hakkı Süha Gezgin’in ve Pertev Naili Boratav’ın öğrencisi olma fırsatı bulur. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar veren Buğra, Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başlar. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi’ne geçer ve 1936’da mezun olur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde iki yıl okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geçen Buğra, parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirir ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrılır. Buğra, “Oğlum” başlıklı başka bir hikâye yazar ve Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlemiş olduğu Yunus Nadi Hikâye Yarışması’na gönderir. Cevat Fehmi Başkut tarafından verilen cevapta hikâyenin birincilik haberi ile birlikte gazetede yazarlık teklifi alır. Ancak 18 Şubat 1948 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan hikâye ikincilik derecesiyle duyurulur. 1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için tam on bir sürgün yaşar. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazar. İlk eseri, “Akümülatörlü Radyo”dur. Eser, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilince Buğra, oyunu “Yalnızlar” başlığıyla roman hâline getirir. Tarık Buğra 1952-1956 arasında “Milliyet”, “Vatan”, “Yeni İstanbul” gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazar. “Küçük Ağa” 1963 yılında “Yeni İstanbul”da tefrika edilir ve kitap olarak yayımlanır. “Küçük Ağa”nın ardından dördüncü öykü kitabı “Hikâyeler”i (1964) ve “Küçük Ağa”nın devamı olan “Küçük Ağa Ankara’da”yı (1966) yayımlayan Buğra, ardından da “İbiş’in Rüyası”nı (1970) tamamlar. Bu roman, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’ne layık görülür. 1970-1976 arasında “Tercüman” gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdüren Buğra, 1976’da “Tercüman”dan emekli olur ve zamanını bütünüyle edebiyata verir. Bu süreçte “Firavun İmanı” (1978), “Gençliğim Eyvah” (1979), “Dönemeçte” (1980) ve “Yağmur Beklerken” (1987) adlı dönem romanları yayımlanır. Buğra, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarını anlattığı “Osmancık”la (1983), Millî Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı ile de 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü’nü alır. 1991’de devlet sanatçısı unvanı alan Buğra, 1993’teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi sebebiyle tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 26 Şubat 1994’te hayatını kaybeder ve cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilir. Beşir Ayvazoğlu, “Tarık Buğra, bu toprağa ve bu toprağın değerlerine yürekten bağlı, dönüp dönüp yeniden okunması gereken ve her okunuşta yeni bir derinliği keşfedilen yazarlardandır. Sanat anlayışının, dilinin ve üslubunun farklılığı dolayısıyla ister istemez kendi neslinden koparak modaların dışında bir yazarlık macerası yaşayan Tarık Buğra, aslında yalnız bir adamdı fakat yalnızlığını bereketli bir kaynak hâline getirebilmişti,” der. Necip Tosun ise, “Tarık Buğra, ‘Küçük Ağa’da Kurtuluş Savaşı’nın arkasındaki temel dinamikleri, sosyal, manevi dayanakları romanlaştırır. Yeni ve eski karşıtlığında mazi ve geçmişi hiçbir zaman reddetmemiş, yaşananları tarihsel gerçekliği içinde sanatına aktarmıştır. Bir Anadolu kasabası olan Akşehir’den yükselen Millî Mücadele ruhunu anlatan roman, Millî Mücadele’nin Türk insanındaki karşılığını bildik şablonları aşarak oldukça gerçekçi bir şekilde çizer,” der