100 Yılın 100 Eseri

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi

Ziya Osman Saba

Daha iyi ısınmak için birbirine sokulmuş kediler, köpek yavruları gibi birbirinin kokusunu, nefes alışını duyaraktan yaşamalıydı.

Mahallemize, artan parasızlıkla beraber fenalık da girmişti.

Allah’ım, bahtsızlar için mesut olmak İstanbul’da ne kolaydı!

O gece plak hep benim için, bir daha o parçayı nerede işitecek olsam hep o geceyi anabilmem için mi çalınmıştı?

O, sabah sabah, yeni tıraş olmuş, çayımı yeni içmiş, henüz hiçbir acı söz işitmemiş, kem bir yüz görmemiş, bütün ümitlerim taze, bir kelimeyle sevinç içinde Köprü’den geçişim yirmi dört saatimin en güzel dakikalarındandı.

Hava güzel diye makineler nasıl durmuyorsa insanların da durmaması gerektiğini hatırlıyorum.

Hangi İstanbul artık benim de, sizlerin de; çocukluklarımızda olduğu kadar büyük olabilir!

Bütün bu resimlerdeki annem, nasıl çoktan, çoktandır yok olabiliyor dünyada?

Okuduğum kitaplara her tatil yenileri ilave olur, küçük kitap rafım zenginleşirken dünyayı görüşüm değişirdi.

Çevremizde herkes, her şey, acıklı sonunu bilmediğimiz, kestiremediğimiz bir filmin başlangıcında gibiydi…

1952

1910-1957

İstanbul Beşiktaş’ta 1910 yılında dünyaya gelen Ziya Osman Saba’nın babası Binbaşı Osman Bey, annesi Ayşe Tevhide Hanım’dır. Sekiz yaşında iken annesini kaybeden Saba, yatılı olarak Galatasaray Sultânîsi’ne verilir. Lisede bir yıl sınıfta kalınca Cahit Sıtkı ile (Tarancı) sınıf arkadaşı olur. Şiirle lise yıllarında meşgul olmaya başlayan Ziya Osman’ın ilk şiirleri “Servet-i Fünûn”da yayımlanır. Okulda tanıştığı Yaşar Nabi (Nayır) vasıtasıyla “Yedi Meşale” grubuna katılır. Katıldığı “Yedi Meşale” topluluğunun ortak kitabı “Yedi Meş’ale”de (1928) ve Yusuf Ziya Ortaç’ın desteğiyle kurulan “Meş’ale” dergisinde (sekiz sayı) çeşitli şiirleri yer alır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam ederken bir yandan da Cumhuriyet gazetesi muhasebe servisinde çalışır. Mezuniyetinin ardından hariciyeci olmak için girdiği imtihanda başarılı olamayınca Emlak Bankası’nda çalışmaya başlar. Görevinin Ankara’ya nakledilmesi üzerine bir süre orada kalan Saba, İstanbul’u çok sevdiğinden istifa ederek İstanbul’a döner. Ziya Osman Saba’nın hikâyelerinin yazılması ve yayımlanması, 1944 yılından sonra gerçekleşir. Onun hikâyeleri ve şiirleri tema olarak birbirleriyle yakın akrabadır. Otobiyografik olduğu düşüncesi uyandıran bu hikâyeler, bütün hâlinde okunduğunda bir romanın bölümleri olarak da görülebilir. 1945-1950 yıllarında İstanbul’da Maarif Basımevi Tashih Bürosu şefliği yapar. 1950’de geçirdiği kalp krizi dolayısıyla işinden ayrılmak zorunda kalan Ziya Osman, “Varlık Yayınları”nın tashih işiyle uğraşır. 29 Ocak 1957’de geçirdiği ikinci kalp krizi neticesinde İstanbul’da vefat eden Ziya Osman Saba, Eyüp Sultan’daki aile kabristanına defnedilir. Behçet Necatigil, vefatının ardından Saba için yazdığı yazıda, “Son yirmi beş yıllık şiirimizde ölümü, içinde küçükten beslediği için, hiç dehşete düşmeden, irkilmeden tam bir iman ve teslimiyetle, özleyerek beklemiş tek şairimizdi,” diye bahseder. Selim İleri, şunları yazmaktadır: “‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nin ben kişisi o gülümsemeyi bir türlü bulamayacaktır. Ziya Osman Saba, bunu, gülümseyemeyişi, belli belirsiz de olsa, şair duyarlığına, sanatçının hüzünden yana öz yapısına bağlar. İşin şaşırtıcı yanı, bugünkü hayatımıza bakarak söyleyelim, artık sahiden gülümseyemeyeceğimiz bir duruma geldiğimizde de öyküde kendiliğinden saptanmıştır. Hayat mutludur o günlerde, gelgelelim yazarı tedirgin eden bir önsezi söz konusudur.” Oktay Akbal, “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” hakkında, “Saba’nın bu hikâyeleri, şiirleri gibi içimize apayrı bir hüzün veriyor. Geçiciliğimizi, bütün saadetlerin yarım olduğunu, insanoğlunun yalnızlığından ne etse kurtulamayacağını, dünyamızın sevgiden, anlayıştan uzak bir dünya olduğunu söylüyor, daha doğrusu hissettiriyor… Kitap boyunca buruk bir tat hayallerimizden ayrılmıyor,” der. Necip Tosun ise, “Ziya Osman Saba, ‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde insanın huzur, sükûnet ve mutluluk arayışını yansıtır. İnsan olmanın erdemlerini yüceltirken, küçücük ama sımsıcak bir yaşamı insan doğasına uygun bulur. Şefkat ve merhamet, öykülerin merkezindedir. Büyük hayatlar ve olaylardan çok, küçük duygular ve olayları hikâye eder. Çocukluğu, geçmişe özlemi, kaybedilen güzellikleri öykülerin merkezine koyar. Lirik, şiirsel ve melankolik dil, tüm öykülerinde baskındır. Saba; coşkulu, içten anlatımla oluşturur öykülerini,” tespitinde bulunur.