100 Yılın 100 Eseri

Otuz Beş Yaş

1983

OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Cahit Sıtkı Tarancı

1910-1956

Asıl adı Hüseyin Cahit olan şair, 1910’da Diyarbakır’da doğar. Diyarbakır’ın eski ve köklü ailelerinden Pirinççizâdeler’e mensup Bekir Sıtkı Bey’in oğludur. İlk ve ortaokulu Diyarbakır’da okuyan Cahit Sıtkı, İstanbul’a Saint Joseph Lisesi’ne gönderilir. Daha sonra bu okuldan Galatasaray Lisesi’ne geçen Tarancı, burada ölünceye kadar dostlukları devam edecek olan Ziya Osman (Saba) ile tanışır. Mezun olunca yine babasının isteğiyle Mülkiye Mektebi’ne kaydolan şair, dört yıl sonra diploma alamadan okuldan ayrılır, ancak kaydını Yüksek Ticaret Mektebi’ne nakleder. Bu arada Sümerbank’ta memur olarak çalışmaya başlar. İlk şiirleri 1930’lu yıllarda “Servet-i Fünûn-Uyanış” ve “Muhit” ile Galatasaray Lisesi’nin “Akademi” dergisinde, daha sonraki yıllarda “Varlık”, “Yücel”, “İnkılâpçı Gençlik”, “Ağaç”, “İnsan”, “Gündüz”, “Akpınar”, “Ülkü”, “Kültür Haftası”, “İstanbul”, “Yaratış”, “Cumhuriyet”, “Akşam”, “Vatan”, “Sanat ve Edebiyat” gibi gazete ve dergilerde yayımlanır. Edebiyat dünyasında tanınmasında Peyami Safa’nın 1932 yılında “Cumhuriyet” gazetesinde şiiri üzerine yazdığı üç yazının büyük etkisi olur. 1945’te Cumhuriyet Halk Partisi şiir yarışmasında “Otuz Beş Yaş” şiiriyle birinci olması da bu ünü perçinler. Cumhuriyet gazetesinde hikâyelerini yayımlayan Nadir Nadi’nin maddi desteğiyle öğrenimine devam etmek üzere 1938 yılı sonlarında Paris’e giden ve orada Ecole Sciences Politiques’e kaydolan Tarancı, Paris’te Oktay Rifat’la birlikte bir süre Paris Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’nde spiker olarak çalışır. Temmuz 1940’ta Paris, Almanlar tarafından bombalanırken Paris’i terk edip önce Lyon’a, oradan Cenevre’ye geçer. İsviçre’de kısa bir süre kaldıktan sonra güçlükle Türkiye’ye döner. Mart 1941’de askere giden, Ekim 1943’e kadar Ankara, Burhaniye ve Ilıca’da görev yapan Tarancı, askerlik dönüşü işlerini İstanbul’a nakleden babasının yanında muhasebe defterlerini tutmaya başlar. Ancak babasıyla anlaşmazlığa düşünce işten ve ailesinden ayrılır. 1944 yılı sonlarında Ankara’ya gider ve Anadolu Ajansı’na mütercim olarak girer. Daha sonra Toprak Mahsulleri Ofisi’nde yine mütercim olarak çalışır; buradan Çalışma Bakanlığındaki mütercimlik kadrosuna geçer. 1951’de Cavidan Hanım’la evlenen şair, 1954 yılında kısmi felç geçirir. Hastalığı sırasında bir süre İstanbul’da, bir süre de Diyarbakır’da ailesinin yanında kalan Tarancı, arkadaşı Samet Ağaoğlu’nun yardımıyla tedavi için gittiği Viyana’da 12 Ekim 1956’da hayatını kaybeder ve na’şı Ankara’da toprağa verilir. Diyarbakır’da doğup büyüdüğü ev daha sonraki yıllarda Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi hâline getirilir. Cevat Sadık ve İrfan Kudret takma adlarıyla, bir kısım şiirleriyle paralellikler gösteren hikâyeler de yazan Cahit Sıtkı’nın, ölümünden sonra kitaplaşan mektupları da dikkat çeker. Sabahattin Kudret Aksal, “Şimdi Cahit Sıtkı’nın şiirinin niteliklerinden en belirgin olanın hangisi olduğunu düşünsem ne diyebilirim? Öyle sanıyorum ki önce, o şiirin doğanın gerçeğiyle uyumlu olduğunu, bu nedenle mantığının düzenini koruduğunu söylemek gerekir. Gerçeğe büyük duyarlılıkla öykünür, böyle olduğu için de okurunu şaşırtmaz,” der. Behçet Necatigil ise Tarancı’yı şöyle anlatır: “Dünyaya, hayata yeni bir pencere açan her bahtiyar sanatçıdaki gururunun türküsünü, yavaş sesle ve alçakgönüllü bir şekilde şöyle yakmıştı; şimdi yankısını içimizde derinlerde duyduğumuz o türküyü: Uzak bir iklimin havasında/Bütün sevdiklerim hülyamı paylaşır/Bense camlar, camlar, camlar arkasında.”