100 Yılın 100 Eseri

Safahat

1943

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
– Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya –
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde – gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahud kafesi!
Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer!
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela..
Hani tauna da züldür bu rezil istila.
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle sefil.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına,
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz..
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz!
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.

Mehmet Akif Ersoy

1873-1936

1873 doğumlu olan Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde dünyaya gelir. Babası Mehmet Tahir Efendi, Kosova’nın Şuşisa (İpek) köyünden İstanbul’a göç etmiş bir ailenin oğlu olup, aynı zamanda Fatih Medresesi müderrislerindendir. Annesi ise aslen Buharalı olan bir ailenin üyesi olarak Tokat şehrinde dünyaya gelmiş Emine Şerife Hanım’dır. Mehmet Akif, dört yaşında dönemin eğitim anlayışının bir gereği olarak Fatih’te bulunan mahalle mektebinde iki sene boyunca Kur’an-ı Kerim eğitimi gördükten sonra Fatih İbtidâîsi’ne gönderilir. Akif, 1882’de Fatih Merkez Rüşdiyesi’ne başlar. Babasından aldığı Arapça eğitimiyle birlikte ortaokulu bitiren Akif, Fatih Camii’nde Mehmet Esat Dede’den de Farsça eğitimi alarak, Mesnevi ve Gülistan gibi eserlerin bütününe hâkim olacak bir yeterliliği sahip olur. Türkçenin yanında Arapça, Farsça, Fransızca derslerine devam eden Akif’in, “Ne biliyorsam kendisinden öğrendim” dediği babası Hoca Tahir Efendi, 1888 yılında verem hastalığına yakalanarak vefat eder. Babasının vefatıyla birlikte evi geçindirme derdine düşen Akif, kısa yoldan meslek sahibi olmanın yollarını ararken, dönemin yeni açılan Baytar Mektebi’ne kaydolur. Mektebe başladığı sene evlerinde çıkan yangınla bütün varlıklarını kaybeden Akif ve ailesi sıkıntılı bir dönem geçirir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen okulunu birincilikte bitiren Akif, Ziraat Nezâreti Umûr-ı Baytâriyye ve Islâh-ı Hayvânât umum müfettiş muavinliğiyle memuriyet hayatına başlar. Nisan 1920’de Ankara’dan çağrı alan Akif, Burdur milletvekili olarak Büyük Millet Meclisine seçilir. Para ödülü sebebiyle katılmadığı İstiklal Marşı Yarışmasına Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in davet mektubuyla katılan Mehmet Akif Ersoy’un Ankara’daki Tâceddin Dergâhı’nda kaleme aldığı marş, 12 Mart 1921’de TBMM tarafından kabul edilir. Mehmet Akif Ersoy bundan kısa bir süre sonra Mısır’a gitmek zorunda kalır. Mısır’da geçirdiği süre zarfında Kahire’deki Mısır Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri vermiştir. 1936 Haziran ayında hastalanarak Mısır’dan İstanbul’a gelir. Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde vefat eder. Mehmet Akif Ersoy, şiirinde içinde yaşadığı çağın ve coğrafyanın sorunlarını teşhis eder, İslam Dünyası’nın parçalanmışlığını anlamaya çalışır ve “Âsım’ın Nesli” olarak tanımladığı ideal genç kuşak üzerinden bütün bunlara çözümler üretmeye çalışır. Sezai Karakoç, Akif hakkında şunları söyler, “Mehmed Akif de, toplumun var veya yok olma savaşını şairlikten önde tutmuş bir şairimizdir. Yine de şairlik gücü ve çağın olağanüstü olayları, son kurtuluş çabamız olan savaşlar, tüm şiirlerinin değilse de, bazılarının lirik plana yükselmesini fazlasıyla sağlamıştır. Bu şiirler, tarihimize altın sayfalarla yazılmayı hak etmişlerdir.” Nurettin Topçu ise Akif ve şiirleri hakkında, “Mehmed Akif’in sanatı, ne şeklin ne rengin ne de plastik duyuşların sanatıdır. Bu sanat, billur ışıklarla dolu bir dünyadan sonsuzluğa yükselen lahuti bir ses gibidir,” der. Safahat, Türkiye’de en çok tiraja ulaşan şiir kitaplarından biridir. Kelime olarak “Hayatın değişik yüzleri, görünümleri, safhaları” anlamına gelen Safahat, içindeki yedi kitabın da ortak adı olmuştur. Şairin daha sonra yayımladığı diğer kitaplar, “İkinci kitap”, “Üçüncü kitap” olarak adlandırılır ve kendilerine ait alt başlıklar taşırlar. Safahat adı altında bir araya gelmiş kitaplarının alt başlıkları sırasıyla şunlardır: Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Âsım (1924), Gölgeler (1933).