100 Yılın 100 Eseri

Sinekli Bakkal

1936

Sevmek hiçbir zaman günah değildir.

Ayrılmak biraz ölmektir.

Güya bir el, kalbinin bağlarını çözmüş, ona, “İstediğin kadar gül, oyna, sevin ve yaşa!” demişti.

Kim demiş feleğin çarhı kördür, sağırdır, kemirdiği gönül, ezdiği kafa bir tesadüf eseridir. Hayır, hayır. Her şeyde bir hikmet vardır.

– Sen hiç sevdin mi?

– Sevmesem insan olmam. Her zaman severim, hem de ne kadar çok…

İnsanı ilk defa ilim ağacının yemişini yemeye sevk eden Şeytan değil mi? O olmasa, insan sadece yiyen, içen, iki ayak üstünde dolaşan bir mahluktan ibaret kalırdı. Tecessüs her bilginin anahtarı, bu anahtarın ilk sahibi ve bize ilk bu anahtarı veren de Şeytandır.

Devleti çeviren çarklar sakat; cemaat hayatı çürümüş, kadınlarımız… Sade zevke, çocuk doğurmaya mahsus birer alet… Hangisine insan diyebiliriz? Zincirleri altın bile olsa, kendileri birer esir.

İşte geldi, işte gidiyor… İnsan ömrü, kâinatın hayatı nûr içinde bir an görünüp, sönen hayal… Bir gölge oyunu!

Hükümdarların, hükûmetlerin elinde bir karıncadan âciz görünen en zavallı bir insanda bile her zaman ezilmeyen, öldürülemeyen gizli kuvvetler var.

Halide Edip Adıvar

1884-1964

1884 yılında İstanbul’da doğan Halide Edip Adıvar’ın babası Ceyb-i Hümâyun Başkâtibi Selanikli Mehmed Edip Bey, annesi Bedrifam Hanım’dır. Annesini çok küçük yaşta kaybeden Halide Edip, çocukluğunu daha çok anneannesinin evinde geçirir. Amerikan Koleji’ne giden Adıvar, ayrıca devrin tanınmış şahsiyetleri olan Rıza Tevfik’ten Türk Edebiyatı ve felsefe, Salih Zeki’den matematik, Şükrü Efendi’den de Arapça dersleri alır. 1901 yılında koleji bitiren ve aynı yıl hocası Salih Zeki ile evlenen Adıvar’ın bu evliliğinden iki oğlu olur. İlk yazılarını “Halide Salih” imzasıyla yazan Adıvar, Dârülmuallimât’ta pedagoji öğretmenliği yapar. 1911’de Salih Zeki’den ayrılan Halide Edip, bu tarihten itibaren yazılarında “Halide Edip” imzasını kullanır. “Teâlî-i Nisvân Cemiyeti”ni kurar. 1912’de faaliyete geçen “Türk Ocağı”nda da görev alır. Balkan Savaşı sırasında “Teâlî-i Nisvân Cemiyeti”nin kurduğu hastanede, hemşirelik ve hasta bakıcılık yapar. Öğretmenlik ve müfettişlik çalışmalarına Cemal Paşa’nın kendisini davet ettiği Suriye’de de devam eden Adıvar, 1917’de Suriye’deyken daha önce okuldan tanıdığı ve aile doktorluğunu da yapan Doktor Adnan Adıvar ile evlenir. 1918’de Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne Garp Edebiyatı hocası olarak giren Halide Edip, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgal edilmesinin ardından düzenlenen Fatih, Kadıköy ve Sultanahmet mitinglerinde ateşli konuşmalar yapar. Halide Edip Adıvar, kuruluşunda aktif görev aldığı Anadolu Ajansı’nın isim annesidir. Uzun yıllar yurt dışında yaşayan Halide Edip, 1939 yılında yurda döner ve 1940’ta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nü kurmakla görevlendirilir. 1950’ye kadar bu kürsüde profesörlük yapan Adıvar, 1950-1954 yılları arasında Demokrat Parti listesinden bağımsız İzmir milletvekili olur. 1954’te siyasetten ayrılarak üniversitedeki görevine döner. Peyami Safa’nın, “Tek Türk savaş romancısı” dediği Halide Edip, 9 Ocak 1964’te İstanbul’da hayatını kaybeder ve Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilir. “Sinekli Bakkal” Halide Edip’in en ünlü romanıdır. Yazar, bu eserini önce İngilizce “Soytarı ve Onun Kızı” diye çevrilebilecek bir adla yayımlar (The Clown and His Daughter). Adıvar daha sonra romanı Türkçeye bazı değişikliklerle “Sinekli Bakkal” ismiyle tercüme ederek kazandırır. 1942 yılında ilk kez verilen CHP Roman Ödülü’nü kazanan Sinekli Bakkal hakkında Prof. Dr. İnci Enginün, “Sinekli Bakkal romanı, hayata daha geniş bir bakış açısından bakarak, mazinin değerlerini yeniden keşfetme ve yaşanan hayatta onların yerini arama çabası olarak yorumlanabilir,” der. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Sinekli Bakkal’ın asıl güzel ve büyük tarafının yerli olması; bize ait şeylerle dolu olması ve cemiyet hayatımızın çok mühim bir dönüm yerinde ondan kesilmiş bir makta gibi canlı, vazıh ve her türlü maniyerden uzak bir ayna olmasıdır. ‘Sinekli Bakkal’, bir geçmiş zaman rüyasıdır,” der. Selim İleri ise şu değerlendirmeyi yapar: “II. Abdülhamid dönemini görkemli bir geçmiş zaman dekoru önünde yansıtarak, eskiden yeniye devralınması gereken kültür, sanat ve töre değerleri üzerinde durur. Çoktan yerleşmiş, benimsenmiş görünen Batılılaşma içinde Doğu’nun payını araştırır ve bu toprağa özgü bir Doğu-Batı bileşimine ulaşmak ister. Müzik (Peregrini ve Vehbi Dede), geleneksel seyirliklerimiz (Tevfik), mimari ve Mevlevîlik değerleri üzerine çarpıcı görüşler ileri sürmüş bu eserin bir masal, rüya havası taşıdığı söylenebilir.”