100 Yılın 100 Eseri

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı

1991

Mavi ama ressamların kullandığı çeşitten bir mavi istiyor gözleri, benliği; bağıran bir şey var içinde, bağırıp haykırıp mavi isteyen.
“Ama herhalde insanın insanı kullanmağa kalkmasını haklı gösterecek bir şey söylenemez, böyle bir şey savunulamaz. Yok öyle bir şey…”
“Ama bütün bir ömür bir bayram hazırlığıyla geçer de o bayram gelmezse…”
İnsanı insana oyuncak olsun diye yaratmamış Tanrı.
“Vakit bol bundan sonra. Vakit çok. Ölmek için de, bir şeyler yapmak için de, vakit bol, çok, çok bol. Bolluğun değeri, anlamı olmayacak ölçüde bol. Ne yapmalı bu vakti?
Bir şeyler yapmalı, bir şeyler kurmalı. Ama kurmak…”
“İnandığımı sandığım şeye beni bağlayan inanç bağlarının ne kadar ince, ne kadar dayanıksız olduğunu anlıyorum.”

Bilge Karasu

1930-1995

1930’da İstanbul’da dünyaya gelen Bilge Karasu’nun, daha sonra Müslümanlığı seçen anne ve babası Musevi asıllıdır. Şişli Terakki Lisesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğrenim gören Karasu, 1963 yılında, Rockefeller bursuyla gittiği Avrupa’dan 1964’te dönerek çevirmenliğe başlar. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde ve Ankara Radyosu dış yayınlar servisinde çalışır. Ankara Radyosu için radyo oyunları yazar. 1974 yılından ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi Felsefe bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışır. Ankara’da Nilgün sokakta yıllarca küçük bir bodrum katında yaşar. Yazmaya 17 yaşında başlayan, ilk yazısı 1950’de, ilk öyküsü de 1952’de “Seçilmiş Hikâyeler Dergisi”nde yayımlanan Bilge Karasu’nun, ilk öykü kitabı “Troya’da Ölüm Vardı” 1963’te okurla buluşur. 1970’de yayımlanan ikinci öykü kitabı “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, “Ada”, “Tepe” ve “Dutlar” adlı üç uzun hikâyeden oluşur. Karasu, bu kitapla 1971 Sait Faik Hikâye Ödülü’ne layık görülür. “Gece” adlı kitabıyla Amerika’da verilen “Pegasus Ödülü”nü 1991’de kazanan Karasu’nun, bu ödülle birlikte kitapları İngilizceye çevrilir ve ABD’nin çeşitli üniversitelerinde Türk edebiyatı üzerine konferanslar verir. Karasu, ayrıca “Göçmüş Kediler Bahçesi” ve “Kısmet Büfesi” adlı kitaplara imza atar. Karasu’ya 1994’te yayımlanan “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” yapıtıyla da Sedat Simavi Vakfı Ödülü verilir. Karasu’nun ölümünden hemen önce yayımlanan kitabı “Narla İncire Gazel” (1995), ölümünden sonra 1996’da yayımlanan son kitabı ise “Altı Ay Bir Güz”dür. Pankreas kanseri tedavisi sürerken 14 Temmuz 1995’te Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybeder ve Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilir. 2017 yılında, Mustafa Arslantunalı, bir nehir söyleşi olarak planlanan ancak Karasu’nun vefatıyla yarım kalan söyleşilerini, “Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir” adıyla kitaplaştırır. Daha sonra da “Lağımlaranası ya da Beyoğlu”, “Suskunlar” ve “Öteki Metinler” okurla buluşur. Akşit Göktürk, “Gece” hakkında şunları söyler: “‘Gece’, belirli bir gerçekliğin tek tanımla saptanabileceği bir insanlık durumunun dile getirildiği bir anlatı değil. Belli bir öykü, kişilikler ya da nedensellik sunmuyor bize. (…) Değişik anlatıcıların birbiriyle karşıtlaşabilen gözlemleriyle gerçek yaşamın, sanat biçiminde soyutlanmış yaşamın, anlatılan, yazılan, okunan yaşamın anlamını değişik yorumlar sarmalında kavratmaya yöneltiyor metin.” Necip Tosun, “Öykülerinde, kendini kolay ele vermeyen, derinlikli ve çok katmanlı bir biçemi tercih eden Bilge Karasu’nun, bu özelliklerini en iyi yansıtan kitaplarının başında ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’ gelir. (…) ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’, öykücülüğümüzün zirvelerini yansıtan tartışmasız bir başucu kitabıdır,” der. Nurdan Gürbilek ise, “Bilge Karasu’nun öykülerini, masallarını, metinlerini okurken bir zorlukla karşı karşıya olduğumu düşündüm: Sert metinlerdi çünkü bunlar, sert bir malzemeden yapılmış metinler; su gibi akmıyor, dökülmüyorlardı. Okunurken en akıp giden anlatısında, bir denemesinde sözünü ettiği türden, ‘tutulmuş bir soluğun salıverilmesi gibi yazılmışa’ en çok benzeyen metninde, ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda bile hissediliyordu bu. Sert bir malzemeden, uzun süre kazınarak, yontularak, yoğrularak yapılmıştı sanki bu metinler,” der.