100 Yılın 100 Eseri

Yaban

1932

Odamı dolduran bütün bu kitapları yakmak… Neye yarar? Hepsi benim içime girdiler.

Çünkü, Ankara bir son değil, bir başlangıçtır.

Kaç yaşımda olduğumu ve arkamda bıraktığım geçmişi unuttuğum gün kim bilir ne kadar rahat edeceğim.

Ah, bu insan, ah bu insan denilen mahlûk! Tabiatı, ne cenabet bir zindan haline sokmuş.

İşte Süleyman karasevdaya o günden sonra tutuldu. Bu, önce, tâ yüreğinin derinliklerinden gelen bir ağlama sesi halinde başladı. Süleyman’ın gözlerinden bir damla yaş akmıyor, fakat hıçkıra hıçkıra, hüngür hüngür ağlıyordu. Sonra karanlık bir sessizliğe düştü. Ne yiyor ne içiyor ne de söylüyordu. Gözlerini bir noktaya dikiyor. Öyle saatlerce kalıyordu.

Anadolu… Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gâsıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

1889-1974

1889’da Kahire’de doğan Yakup Kadri’nin ailesi Manisalı Karaosmanzâdeler’dendir. Ailesiyle Manisa’ya dönen Yakup Kadri, burada Çaybaşı Feyziye Mektebi’nde öğrenime başlar. Daha sonra İzmir İdâdîsi’nde okuduysa da babasının vefatı üzerine annesiyle birlikte Mısır’a dönen Karaosmanoğlu, İskenderiye’de Fransız Frerler Mektebi’nde ve İsviçre Lisesi’nde okuyarak ortaöğrenimini tamamlar ve II. Meşrutiyet’ten kısa bir süre önce ailesiyle Türkiye’ye gelip İstanbul’a yerleşir. 1908’de Mekteb-i Hukuk’a kaydolan Yakup Kadri, üçüncü sınıfa kadar okur. Karaosmanoğlu, Fecr-i Âtî topluluğunun kurucularındandır. Bir süre Yahya Kemal’le birlikte “Nev Yunânîlik” olarak adlandırılan, Eski Yunan ve Latin klasiklerinden yararlanmayı ve böylece orijinalliğe ve millîliğe ulaşabilmeyi hedefleyen bir sanat anlayışı geliştirmeye çalışan Yakup Kadri çok tepki alır, mizahî hicivlere konu olur. Yakup Kadri, daha sonra Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle toplumcu bir anlayışa yönelerek roman ve hikâye türünde eserler verir. Roman ve hikâyelerinde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar Türk toplumunun yaşadığı değişimleri kendi bakış açısından anlatır. 1916-1919 yıllarında İsviçre’de tüberküloz tedavisi gören Yakup Kadri, İstanbul’a döndüğünde “İkdam” gazetesi yazarı olarak Millî Mücadele’yi destekleyen yazılar kaleme alır. Daha sonra “Ergenekon” adlı kitabında toplayacağı bu yazılarından dolayı 1921’de Ankara Hükümeti’nin çağrısı üzerine Anadolu’ya geçer. Savaştan sonra Tedkîk-i Mezâlim Heyeti’nde görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya civarını dolaşır. “Yaban” romanının nüvesini bu görevi dolayısıyla yaptığı gözlemler teşkil eder. 1942’de CHP Roman Armağanı’nda birinci olan Halide Edip Adıvar’ın “Sinekli Bakkal”ının ardından Yakup Kadri’nin “Yaban”ı ikinci olur. Romanın yayımlanışından hemen sonra, “Hâkimiyet-i Millîye” gazetesinin sanat sütununda Reşat Nuri Güntekin, romanın etkisinden hâlâ kurtulamadığını belirttiği yazısında, Yakup Kadri’yi büyük bir “haile”ci (tragedya yazarı) olarak tanımlar. Nihat Sami Banarlı ise romana bir miktar eleştirel yaklaşır ve, “Yaban, esas itibarıyla ciddi bir yaramıza dokunan ve dokunduğu için hayırlı bir iş gören romanlarımızdandır. Fakat bu yaraya dokunuş, o kadar sert, öylesine hoyratça olmuştur ki, okuyan, ister istemez, muharririn Türk köylüsüne karşı bir hayli zalim davrandığını düşünmek zorunda kalır,” der. Yazarın köyü merkeze alan tek romanı olan “Yaban”, Millî Mücadele yıllarında I. Dünya Savaşı yıllarında kolunu kaybedip dünyaya küsen Ahmet Celal’in İstanbul’un İngilizlerce işgalinden sonra Porsuk Çayı kıyısında bir köye yerleşmesini ve kitaplarda okumadığı bir realite ile karşılaşmasını konu edinir. “Yaban”, bu yönüyle İstanbul aydınının, Anadolu köylüsünün yaşamına ne denli uzak olduğunu hicveden bir romandır. Köylüler kendilerine “yabancı” buldukları Ahmet Celal’e “yaban” derler. Ahmet Celal ise dışlanmasını, “Bu küçük halk kümesinin dili olsa, bana; evet, düşman sensin! diyecektir. Zaten gözleri bunu söylemiyor mu? Tavırları, hareketleri bunu söylemiyor mu? Onlar nazarında, ben yalnız sevimsiz bir misafir, bir şımarık sığıntı değil, aynı zamanda uğursuzun biriyim. Nerede ise bütün bu olan işlerden beni sorumlu tutacaklar. Zira bana karşı, öfke ve husumetlerini o derece artmış görüyorum,” diyerek anlatır. TBMM’de milletvekilliği yapan, “Kadro” dergisinin kurucularından olan Yakup Kadri, aynı zamanda Anadolu Ajansı’nın da kurucularındandır ve bir dönem yönetim kurulu başkanlığını da yapar. 1934 yılında Tiran elçiliğine atanan Yakup Kadri, 1935’te Prag, 1939’da Lahey, 1942’de Bern, 1949’da Tahran ve 1951’de yine Bern elçiliklerine getirilir. 1955 yılında Bern elçisi iken emekli olan Karaosmanoğlu, “Zoraki Diplomat” adlı hatıralarında, bu yılları anlatır. 1974’te Ankara’da vefat eden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İstanbul Beşiktaş’ta Yahya Efendi Mezarlığı’na defnedilir.